Bu bölgede yapısal izler bırakan ilk yerleşim yeri, Aziz Peter (St. Peter) Kalesi’nin bulunduğu şimdiki küçük kayalık adaydı (o dönemlerde, kale tamamen suyla çevriliydi). St. Jean Şövalyeleri kendi kalelerini inşa etmeye geldiklerinde, M.Ö. 1100'lerde Dorlar tarafından yapılmış daha eski bir kalenin kalıntılarıyla karşılaşmışlardı.
M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış ve "Tarihin Babası" olarak tanınan Herodot, Halikarnas'ta doğmuştur. Herodot, Dorlar'ın, Peloponnesos’un doğu kıyılarında Trözen'den geldiğini yazmıştır. Dorlar, yeni adalarına Zefiriya, yerleştikleri bölgeye de Zefiriyum adını verdiler.
Tarihçiler, Harikarnas'ın temellerinin nereye dayandığı hakkında çok az bilgiye sahiptirler. Halikarnas hakkındaki ilk bilgiler M.Ö. 7. yüzyıla dayanır. Halikarnas, Heksapolis-Dor Konfederasyonu'na bağlı altı üyeden biriydi. Ayrıca, karada Knidos kenti, Kos Adası ve Rodos üzerindeki üç kent de bu üyeler arasındaydı.
Bu kentleri kurmak, oraya sonradan gelerek çevreyi önceki sakinleriyle paylaşmak zorunda kalan Dorlar için hiç de kolay değildi. Karyalılar olarak bilinen bölge yerlilerinin yoğun ve şiddetli saldırılarından kendilerini korumak zorundaydılar. Homeros "İlyada"sında Karyalılar'dan "dil barbarları" diye söz etmiştir. (Birçok dilbilimci, Bodrum'un da içinde bulunduğu bölgedeki lehçenin Türkiye'nin batısındaki en kaba lehçe olduğunu belirtmiştir). Eski tarihçiler, Karyalılar’ın Yunanlılar'a, miğferlerinin üstündeki sorgucu nasıl takacaklarını ve önceleri omuz hizasına savrularak kullanılmakta olan kalkan kabzasını nasıl kullanacaklarını öğrettiklerini yazmışlardır.
Bir Yunanlı'nın Salmakis'te han açmasıyla (bu han günümüzde, Bodrum limanının batısında, şimdiki Bardakçı Koyu'nun suları altında kalmıştır), Dorlar ve Karyalılar bölgeyi birlikte yönetir duruma gelmişlerdi; hatta Karyalılar, zamanla kolonidekilere oranla daha düzenli bir yaşantı kurdular. Her iki ırk da barış içerisinde yaşamaya başladı ve karşılıklı ticari ilişkilere de girişildi.
Salmakis pınarının birçok rahatlatıcı özellikleri olduğu rivayet edilmiştir. Bir başka rivayet de, içimi mükemmel olan bu suyun erkekleri yumuşattığı, efemineleştirdiği, hatta bazı durumlarda iktidarsızlaştırdığı hakkındadır. Bu iddialar sonucunda da Hermafrodit efsanesi doğmuştur.
Söylenceye göre, güzellik tanrıçası Afrodit'in delikanlılık çağındaki oğlu, bir gün çeşmeden akan suyun oluşturduğu bir gölde yüzer. Gölün perisi Salmakis, ona aşık olur ve tanrılara tek bir vücutta yaşayabilmeleri için yalvarır. Dileği kabul edilir; tanrılar da yarı erkek, yarı kadından oluşan Hermafrodit'i yaratırlar.
Herodot, Halikarnas'ın çevresinde İonyalı denilen bir grup yerli halkın giderek çoğaldığını, hatta iki halkın iç içe yaşadıklarını yazmıştır. Bu durum Heksapolis'in diğer sakinlerinin pek hoşuna gitmemiş ve bir Halikarnaslı'nın yanlış bir davranışı, Halikarnas'ın ittifaktan kovulmasına zemin hazırlamıştır.
Apollon’un onuruna her yıl düzenlenen Tropium'daki oyunlara altı kent de katılır. Bir yıl, Agasides adındaki bir Halikarnaslı bronz madalyayı kazandığında, törelere uyup, ödülü Apollon'a adamak yerine, evindeki duvara asınca, diğer Dor kentlerini öfkelendirmiş ve Halikarnas'la ilişkilerini kesmeleri için onlara yeterli nedeni sağlamış oldu.
Bodrum Tarih M.Ö. 5. yüzyılda Halikarnas tümüyle bir İon kenti görünümündeydi. Herodot ve amcası Panyasis, o sıralarda eserlerini İonca'da yazmışlardı. Bu döneme ait hiçbir eserde de Dor lehçesinin izine rastlanmamıştır.
Bodrum Tarih M.Ö. 546'da Persler, kıyıdaki Yunan kentlerini işgal etmişler, Halikarnas da diğer kentlerle birlikte düşmüştür. Pers yönetiminde birçok hanedan, kenti yönetmiştir. Bunların en ünlüsü de, M.Ö. 480'de yönetime geçen I. Artemis'tir.
Herodot yazılarında, bu dikkat çekici kadına geniş yer vermiştir; o sıralarda Yunanistan'I istila etmekte olen Kserses'in donanmasına I. Artemis'in gereksizce gönüllü asker toplanması hakkında şöyle yazar: "Erkekçe tavır ve davranışları onu savaşa sürükledi. Yunanistan'a yapılan saldırıya, kadınlığını göz ardı ederek katılması, beni gerçekten de etkilemiştir". Bu saldırıda bir savaş gemisine büyük bir başarıyla komuta etmesi, Kserkses'e "Emrindeki erkekler kadın, kadınlarsa erkekçe davrandılar" dedirtmiştir.
Artemis'in oğlu Pisindalis, onun ardından başa gelmiş ve Halikarnas'ın (Kos ve başka kentler de dahil olmak üzere) yönetimini sürdürmüştür. Tarihçiler Pisindalis dönemi hakkında pek yorum yapmazken, oğlu II. Lidamis için acımasız, zalim ve baskıcı sıfatlarını kullanmaktan kaçınmamışlardır. Herodot, II. Lidanis'in otoritesi ve zulmü karşısında dayanamayarak anayurdunu bırakıp, Samos Adası’na gitmiştir. 1856'da arkeolog Sir Charles Newton, II. Lidanis'in kendi politikasına uymayan görüşlere karşı aldığı olumsuz tavrı açıkça ortaya koyan bir yasa belgesi bulmuştur. II. Lidanis'in ardından kimin yönetime geldiği ya da zulmünün neden ve nasıl sona erdiği hakkında hiçbir bilgiye sahip olmamakla beraber, bölgede M.Ö. 4. yüzyılda büyük bir değişimin yaşandığını söyleyebiliriz.
Bir önceki yüzyılda, Pers yönetimi bölgeden atıldıktan kısa bir süre sonra, Atina ile Persler arasında imzalanan "Kral Barışı" antlaşmasıyla, Asya'daki kentlerin yönetimi tekrar Persler’in idaresine geçmiştir. Persler bölgeyi küçük prensliklere bölmüş ve M.Ö. 377'lerde Kral Mozolus, Karya ve Halikarnas satrabı olarak bölgeyi yönetmiştir.
Mozolus'un iktidarına kadar, Halikarnas oldukça küçük bir kent niteliğindeydi; ancak, Mozolus'un bu bölge için müthiş projeleri vardı. Ayrıca, bu bölgenin istihkâm ve ticaret için çok elverişli olduğunun da farkındaydı. Başkenti, Milasa'dan (bugünkü Milas) buraya taşıyarak kentin çevresine büyük ve uzun duvarlar inşa ettirmişti; bu duvarların günümüze kadar ulaşan bölümleri halen Bodrum'dadır. Bölge nüfusunu arttırmak amacıyla Mozolus, diğer altı kentin yerleşim yerlerini de buraya taşıttı. Mozolus, bu projelerini uygulayabilmek için, idaresinde halkı ağır vergilere boğdu. Öyle ki, omzu aşan uzunluktaki saçtan bile vergi alacak kadar...
Mozolus'un projelerinden biri de, klasik çağdaki Bodrum'dan günümüze ulaşabilen tek yapı olan Antik Tiyatro'dur. Bodrum'un ortasındaki Göktepe dağının güney eteklerindeki bu tiyatro, Anadolu'nun en eski tiyatrolarından biridir. 1960'larda bir grup Türk tarafından restore edilen bu tiyatro, günümüzde de Bodrum'daki birçok festivale sahne olmaktadır.
Tiyatro'yu görmeye gelen turistler orada öylece oturup, limandan çıkan ve limana yanaşan tekneleri izlerlerken, o keyifli saatlerin nasıl da geçiverdiğini fark etmezler. Tiyatronun ilginç nitelikleri arasında, oyunlardan önce Dionysos uğruna kurbanların kesildiği sunağı ve bazı koltukların arasındaki, belki de gölgelik olarak kullanılmış olabilecek delikleri sıralayabiliriz. Her koltuk arasında 40 cm'lik bir mesafe bırakılmış olan tiyatro 13.000 kişi kapasitelidir. Göktepe dağına kısa bir tırmanış sırasında, taştan oyulmuş mezar taşlarını görebilirsiniz. Roma ve Helenistik çağdan kalan bu oyulmuş mezar taşları, bir zamanların ölüm sembollerini ve çeşitli lahitleri hâlâ üzerlerinde taşımaktadırlar (bazı kalıntılar halen kale müzesinde sergilenmektedir).
Mezarlarda görülen sembollerden biri de küçük "gözyaşı kapları" dır. Bu yüksük büyüklüğündeki kaplar, yas tutanların gözyaşlarıyla doldurularak, ölüyle birlikte gömülürdü. Bir kişinin önemi arttıkça, "gözyaşı kapları"nın sayısı da artardı. Mozolus M.Ö. 353'te ölünce kızkardeşi-karısı II. Artemis başa geçti.
II. Artemis yalnızca on üç yıl tahtta kaldı, fakat iki önemli iş yaptı; biri, tarihsel çağların yedi harikasından biri olan Kral Mozolus'un mezarının inşaatını sürdürmekti ("mozole" sözcüğü buradan alınmıştır), diğeri de, I. Artemis'in zekâsı ile rekabet edebilecek düzeyde yaptığı bir savaştı.
Plynius ve diğer tarih yazarları, mozolenin gerçek bir harika olarak korunması konusunda fikir birliğindeydiler. Deniz üzerindeki oldukça uzak bir noktadan bakıldığında, 20 katlı bir bina kadar yüksek görülüyordu. Bugün bu yeri görmeye gelen ziyaretçiler, ondaki görkemi ancak hayal edebilmektedirler. Mozole 1500 yıl boyunca ayakta kalabilmişse de, bir zelzele sonunda harabeye dönmüştür. Daha sonra, Saint Jean Şövalyeleri buraya gelerek, harabedeki kalıntıları, kendileri için inşa ettikleri kalenin duvarlarının yapımında kullanmışlardır.
Bu mozolenin genel olarak kabul edilmiş bulunan görünümü şöyledir: Boyu eninden uzun, dört bölümden oluşmuş halde ve sağlam bir taban üzerinde sıra halinde dizili 36 kolonlu bir salon ve sonra 24 basamaklı ve basamakların en üstünde, Mozolus ve Artemis'in heykelleri de bulunan ve dört atın çektiği bir arabanın olduğu bir piramit. Duvarların dört bir yanı, zamanın en büyük ustalarının freskleriyle bezenmişti ve mozolenin bu derece muhteşem bir yapıt olmasının nedeni de bu duvar freskleriydi. Bunların bazı parçaları İngiltere'deki Castle Müzesi içinde bulunan Britanya Müzesi'ne (British Museum) taşınmıştır; ancak bazı sütun ayakları ve bloklar da yerinde görülebilmektedir (bunların pek çoğu da kalenin duvarlarındadır).
Artemis'in ustaca yaptığı ve anılardan hiç silinmeyen ikinci önemli iş de Rodos'u kuşatmaktı. Rodoslular, Karyalı bir kadın hükümdar ile pazarlığa oturmanın yakışık almayacağını düşündüler (hem kim bilir, belki de bu bir fırsattı), Artemis'I oradan kovmak için bir donanma gönderdiler. Artemis bu planı önceden duydu ve kuvvetlerini ana limanın yakınındaki gizli bir limana sakladı. Rodoslular karaya yanaşarak çıktıklarında, Artemis'in adamları gemileri tekrar açık denize doğrulttular. Rodoslu askerler kuşatıldı ve pazar yerinde başları kesildi. O sırada Karyalılar onlara ait gemileri Rodos'a yönelttiler. Rodoslular kendi askerlerinin zaferle döndüğünü sanarak, düşman askerlerini karşıladılar ve böylece Karyalılar’ın kucağına düşmüş oldular. Artemis'in varisleri, onun kadar önemli işler yapmamışlardır.
Büyük İskender büyük bir hızla Anadolu'yu talan etmeye başladı ve bir süre sonra M.Ö. 334'te Halikarnas'a gelerek Karya Prensliği'nin kralicesi Orontabatis'e ulaştı. Bu kent, Persler için, İskender'e Ege'de karşı çıkabilecekleri son fırsattı. Böylece Orontabatis, Yunanlı paralı askerlerden büyük bir Pers ordusu kurdu. Tarihçilerden Diodius ve Aryan'a göre, her iki taraf da olağanüstü gayretlerle savaştı. Bu arada Halikarnaslılar da, İskender'I oldukça kızdıran bir direnişi inatla sürdürdüler. İskender de askerleriyle kentin surlarından içeri girdi ve kendisine engel olan direnişçilere ceza olarak, her şeyin yığınlar halinde yakılmasını emretti (fakat yerli halka dokunmadı).
Bir yandan, kıyıdan uzaktaki bu altı kente yeni yerleşmekte olan halk, kendi topraklarına geri gönderilirken, diğer yandan Orontabatis ve Persli ortağı Memnon, biri ana limanın doğusunda, diğeri ise batısında bulunan Salmakis ve Zefsiya'daki şatolarda hapis tutuldular. Donanmalarının geri kalanı Kos'u tuttu. Kale düştüğü zaman, İskender, daha önce yakıp yıktığı bu küçük ada prensliğinde kuvvet topladı.
İskender'in zaptından sonra Halikarnas bir daha eski gücünü kazanamadı. Kentin tarihi bir süre daha hareketsiz geçti. Ancak bilindiğine göre, M.Ö. 3. yüzyılda bu kentte savaş gemileri inşa ettiren Mısır kralı II. Ptolemaios’un egemenliği altına girdi. Roma, Mısır'I M.Ö. 190 yılında fethettiğinde, Halikarnas da özgürlüğüne kavuştu. Bu özgürlük, M.Ö. 129 yılında Roma,
Karya'yı da Asya'daki yeni yapısına katıncaya kadar sürdü. M.S. 400 yılında, Roma'nın düşüşü ve Hıristiyanlığın yükselişiyle, Halikarnas, Afrodisyas Başpiskoposluğu'na bağlı olarak, bir piskoposluk mıntıkasına dönüştü. Bu sırada, başkenti Konstantinopolis (bugünkü İstanbul) olan Bizans İmparatorluğu, en parlak çağına ulaştı. Bu geniş imparatorluk, çok geçmeden Kuzey Afrika, İtalya ve İspanya'yı da topraklarına kattı. Ancak Bodrum ve yöresinin önemli olduğu dönem sona ermişti. Böylece, Türkler’in 11. yüzyılda bu bölgeyi almalarına kadar, tarihçiler için, bu topraklar hakkında yazabildikleri çok az olay olmuştur. Bizanslılar burayı Birinci Haçlı dönemi sırasında 1096'da ele geçirdilerse de, Türkler üç yıl sonra burayı geri aldılar.
13. yüzyılın sonlarına doğru, Karya olarak bilinen bölge Menteşe Beyliği'nin eyaletlerinden biri oldu ve 1392'de Sultan Bayezid tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na katıldı. Bu sırada Saint Jean Şövalyeleri’nin kalesi Symirna'daydı (bugünkü İzmir). Moğol hükümdarı Timurlenk 1402'de burayı yakıp yıktı. Onlar da, Türk sultanı Mehmet Çelebi'den, yerine yeni toprak talep ettiler. Şövalyelere Halikarnas verildi. Burada yeni bir kale inşa ettiler ve bu eyaleti (buraya Mesi derlerdi) yüzyıldan fazla denetlediler.
1523'te, tüm sultanların en büyüğü Kanuni Sultan Süleyman, şövalyeleri topraklarından kovdu. Osmanlı İmparatorluğu Sultan Süleyman'ın 40 yıllık hükümdarlığı boyunca doruğa yükseldi, fakat bunu uzun süren iç krizler ve düşüş dönemleri takip etti.
Bodrum 1770'de Rus donanması tarafından top ateşine tutuldu ve 1824'teki Yunan ayaklanmasında da Türk Donanma Üssü olarak kullanıldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında "Duplex" adlı Fransız savaş gemisi Bodrum'u topa tutarak, karaya yanaşmak istedi, ancak halk onları engelledi. Osmanlı İmparatorluğu, Bodrum'u İtalyanlar’a kaptırdı ve İtalyanlar 1919'da burayı işgal ettiler. Türk Kurtuluş Savaşı'nın kaçınılmaz zaferi sırasında, İtalyanlar 1922'de buradan sürüldü ve Bodrum, olağanüstü güzellikteki doğal çevresinden dolayı, dinlence yeri ve yaşamın tadı çıkarılan bir belde oldu.
12 Ekim 2007 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder